Hayat ne garip değil mi? Hayatın
gerçek anlamını çözebileni henüz göremedim. Ama zaten anlamlar kişiye özgüdür ve
kişisel bir anlamı sınavdan geçirmek mümkün değil. Peki ya hayat denen şey ne? Yaklaşık 60 yıla sığan derin duyguların iniş
çıkışların, tecrübe dediğimiz acı deneyimlerin olduğu dar kulvarlı bir yol mu?
Yoksa acının en derinimize işlediği bir anda sanki saatler durmuş gibi, sanki
suçlu arar gibi hüküm giydirdiğimiz gırtlağımızın her santimine takılarak çıkan
tek kelimelik bir bilinmez mi? Bilinmezlikle
yoğrulan bir garip hengâme mi?
Merhabalar sevgili okurlarım. Bunu başta demem
lazımdı biliyorum ama bugün tüm kuralları devre dışı bırakıyorum. Sizleri de
bakış açınızı tamamen değiştirip, kalıplaşan bütün dogmalarınızı ve
kurallarınızı yıkmaya davet ediyorum. Mutluluğun Ekonomisi adlı serimin ilk
yazısında sizlere hayata karşı farkındalık kazandırmak ve sizlerle birlikte
bende farkında olmak istiyorum. Hayal edin. Fakir bir ülkede açlıkla
boğuşuyorsunuz. Öyle ki ne yiyebilecek bir lokma ekmeğiniz ne de bir yudum
suyunuz var. Çaresizliği öğreniyorsunuz hayattan. Sonra birden biri çıkıp
geliyor ve avuçlarınıza sizi bir hafta daha yaşatacak kadar su döküyor. O kadar
değerli ki o su sizin için. Hemen içmiyorsunuz. Ama su avuç içinizden akıp
gidiyor. Yavaş yavaş. Dökülen su için gözyaşı döküyorsunuz ve su bitince ne
yapacağınızı düşünüyor birde bunun için ağlıyorsunuz. Eminim birçoğunuz
içinizden “Ne saçma hemen içse ya. Elbette içerken su dökülecek. Elbette su
bittikten sonra susuzluk yaşayacak bir süre sonra. O anı değerlendirmesi gerek.”
diye geçiriyorsunuz. Aslında hepimiz yapıyoruz bu hatayı. Hayat bir avuç su
gibi akıp giderken biz onu kaçırıyoruz.
Dünya üzerinde yüzlerce mutsuz insan
var. Depresyon ilaçları piyasayı kasıp kavuracak kadar hızlı bir kullanım alanı
buldu. Bu yıl toplamda 652.127 kişi intiharla hayatına son verdi. Türkiye’de 8
milyon kişi antidepresan kullanıyor. Bunlar acımasız ama gerçek rakamlar. Büyük
şehirlerdeki insanların yüz ifadelerine dikkat edin. Birçoğu donuk ve MUTSUZ.
Bu bir katliam ve katil hayat değil. Küreselleşen dünyamızda çağa ayak uydurma
derdinde olan milyonlarca insansa bunun farkında değil. Küreselleşme diye ifade
edilen şey aslında son yüzyılı mahveden ticari ve siyasi menfaatler uğruna
insanları paranın, şanın, şöhretin ve popülizmin uşağı haline getiren devasa
bir suikastçıdır. Ve ben ondan şikâyetçiyim. Sizde şikâyetçi olun. Hiç düşündünüz
mü mutsuzluğunuzun sebebini? İstediğiniz üniversitede ya da bölümde değilsiniz,
istediğiniz kadına ya da adama sahip değilsiniz, istediğiniz bedene sahip
değilsiniz, istediğiniz eve, arabaya, telefona sahip değilsiniz, istediğiniz
paraya, şana şöhrete, alkışa sahip değilsiniz. Kısaca küreselleşen dünyanın
size dayattığı hiçbir şeye sahip değilsiniz. Onun istediği de bu zaten. Asla
doymak bilmeyen insanoğluna asla ters tepemeyeceği teklifler sunmak. Ama
unutmayın sonu olan bir dünyada sonsuz bir büyüme yaratamazsınız. Reklamlardaki
ya da sahnedeki mankenler gibi olmak isteyen yüzlerce kadın milyarlarını bu
uğurda heba ediyor. Sahip olduğu arabanın telefonun ya da bilgisayarın bir
yenisi üretildiği zaman büyük bir hırsla tüm paralarını iki ay sonra sıkılacakları
o cihazlara harcıyorlar. Kalabalıklaşan şehir hayatına hapsoluyoruz. Aslında
hepimiz modern ve küreselleşen bir hapishanenin mahkûmları olarak yaşıyoruz. Suikastçımız
yalnız değil birde siz varsınız tabi. Yani ben kimliği taşıyan herkes. Gerçek
bir benliğe sahip değiliz ne yazık ki. İnsanları fazla önemsiyoruz.
Televizyonda kendimize bir idol belirliyor ve birden o oluyoruz. Dünya üzerinde
bir benzeri olmayan sadece ama sadece kendimiz olmak varken hem de. Öyle ki
giyim tarzımızdan, konuşma şeklimize, takındığımız tüm hal ve hareketlere kadar
toplumun bakış açısına göre şekilleniyoruz. Onların doğruları bizim doğrularımız oluyor. Üstelik
evrensel bir doğrudan ya da yanlıştan bahsetmek mümkün değilken. Vaktimizi
insanların eleştirilerine üzülmekle geçiriyoruz. Kabul edelim dönüşü olmayan
büyük yanlışlar yapıyoruz. Zaman akıp gidiyor ve biz hayatı kaçırıyoruz. Bastırılmış
duygular psikolojik hastalıkların hatta kanserin en büyük tetikleyicisi.
Bastırmayın artık, yutmayın duygularınızı. Onları hapsetmeyin derinlere. Bu
hayat sizin. Olmak istediğiniz gibi olmak istediğiniz yerde olun. Boş versenize… Sadece içinizdeki sese kulak
verin. Onun dışında bırakın konuşan konuşabildiği kadar konuşsun. Siz duymadığınız
takdirde herkes susacaktır ve söz sırası size gelecektir. Bunun teminatını
veririm size. Siz konuşmaya başladığınız an sadece siz olarak konuşun.
Bastırmadan duygularınızı anlatın herkese. En başta da kendinize. O zaman
yüzünüze istemsiz yansıyacak gülümsemeye siz bile şaşıracaksınız.
Unutmayın mutluluk koca bir servet
değerinde ancak öyle ki alıcısı çok satıcısı yok. Hayatınız tamamen sizin elinizde şeklindeki
safsatalara da kesinlikle inanmayın. Elbette ki tamamen sizin elinizde değil
ancak kaybetmeye odaklanmayın. Kazanan hep siz olun. Doğru kararlar tecrübelere
dayanarak alınır ancak tecrübeler hep kötü ve yanlış kararlardan oluşur. Sözlerimi sonlandırırken hepinizi
sevgiyle mutlulukla selamlıyor, çok kıymetli bir yazarın şu sözleriyle yazımı
noktalıyorum.
“Ben ölmüşsem asla hayatı
kaybetmemişimdir, Ben ölmüşsem mutlaka ölümü kazanmışımdır.”
Mükemmel����
YanıtlaSilÇok teşekkürler :) Keyifli okumalar..
Sil