5 Eylül 2016 Pazartesi

MUTLULUĞUN EKONOMİSİ



            Hayat ne garip değil mi? Hayatın gerçek anlamını çözebileni henüz göremedim. Ama zaten anlamlar kişiye özgüdür ve kişisel bir anlamı sınavdan geçirmek mümkün değil. Peki ya hayat denen şey ne?  Yaklaşık 60 yıla sığan derin duyguların iniş çıkışların, tecrübe dediğimiz acı deneyimlerin olduğu dar kulvarlı bir yol mu? Yoksa acının en derinimize işlediği bir anda sanki saatler durmuş gibi, sanki suçlu arar gibi hüküm giydirdiğimiz gırtlağımızın her santimine takılarak çıkan tek kelimelik bir bilinmez mi?  Bilinmezlikle yoğrulan bir garip hengâme mi?
Merhabalar sevgili okurlarım. Bunu başta demem lazımdı biliyorum ama bugün tüm kuralları devre dışı bırakıyorum. Sizleri de bakış açınızı tamamen değiştirip, kalıplaşan bütün dogmalarınızı ve kurallarınızı yıkmaya davet ediyorum. Mutluluğun Ekonomisi adlı serimin ilk yazısında sizlere hayata karşı farkındalık kazandırmak ve sizlerle birlikte bende farkında olmak istiyorum. Hayal edin. Fakir bir ülkede açlıkla boğuşuyorsunuz. Öyle ki ne yiyebilecek bir lokma ekmeğiniz ne de bir yudum suyunuz var. Çaresizliği öğreniyorsunuz hayattan. Sonra birden biri çıkıp geliyor ve avuçlarınıza sizi bir hafta daha yaşatacak kadar su döküyor. O kadar değerli ki o su sizin için. Hemen içmiyorsunuz. Ama su avuç içinizden akıp gidiyor. Yavaş yavaş. Dökülen su için gözyaşı döküyorsunuz ve su bitince ne yapacağınızı düşünüyor birde bunun için ağlıyorsunuz. Eminim birçoğunuz içinizden “Ne saçma hemen içse ya. Elbette içerken su dökülecek. Elbette su bittikten sonra susuzluk yaşayacak bir süre sonra. O anı değerlendirmesi gerek.” diye geçiriyorsunuz. Aslında hepimiz yapıyoruz bu hatayı. Hayat bir avuç su gibi akıp giderken biz onu kaçırıyoruz. 
            Dünya üzerinde yüzlerce mutsuz insan var. Depresyon ilaçları piyasayı kasıp kavuracak kadar hızlı bir kullanım alanı buldu. Bu yıl toplamda 652.127 kişi intiharla hayatına son verdi. Türkiye’de 8 milyon kişi antidepresan kullanıyor. Bunlar acımasız ama gerçek rakamlar.   Büyük şehirlerdeki insanların yüz ifadelerine dikkat edin. Birçoğu donuk ve MUTSUZ. Bu bir katliam ve katil hayat değil. Küreselleşen dünyamızda çağa ayak uydurma derdinde olan milyonlarca insansa bunun farkında değil. Küreselleşme diye ifade edilen şey aslında son yüzyılı mahveden ticari ve siyasi menfaatler uğruna insanları paranın, şanın, şöhretin ve popülizmin uşağı haline getiren devasa bir suikastçıdır. Ve ben ondan şikâyetçiyim. Sizde şikâyetçi olun. Hiç düşündünüz mü mutsuzluğunuzun sebebini? İstediğiniz üniversitede ya da bölümde değilsiniz, istediğiniz kadına ya da adama sahip değilsiniz, istediğiniz bedene sahip değilsiniz, istediğiniz eve, arabaya, telefona sahip değilsiniz, istediğiniz paraya, şana şöhrete, alkışa sahip değilsiniz. Kısaca küreselleşen dünyanın size dayattığı hiçbir şeye sahip değilsiniz. Onun istediği de bu zaten. Asla doymak bilmeyen insanoğluna asla ters tepemeyeceği teklifler sunmak. Ama unutmayın sonu olan bir dünyada sonsuz bir büyüme yaratamazsınız. Reklamlardaki ya da sahnedeki mankenler gibi olmak isteyen yüzlerce kadın milyarlarını bu uğurda heba ediyor. Sahip olduğu arabanın telefonun ya da bilgisayarın bir yenisi üretildiği zaman büyük bir hırsla tüm paralarını iki ay sonra sıkılacakları o cihazlara harcıyorlar. Kalabalıklaşan şehir hayatına hapsoluyoruz. Aslında hepimiz modern ve küreselleşen bir hapishanenin mahkûmları olarak yaşıyoruz. Suikastçımız yalnız değil birde siz varsınız tabi. Yani ben kimliği taşıyan herkes. Gerçek bir benliğe sahip değiliz ne yazık ki. İnsanları fazla önemsiyoruz. Televizyonda kendimize bir idol belirliyor ve birden o oluyoruz. Dünya üzerinde bir benzeri olmayan sadece ama sadece kendimiz olmak varken hem de. Öyle ki giyim tarzımızdan, konuşma şeklimize, takındığımız tüm hal ve hareketlere kadar toplumun bakış açısına göre şekilleniyoruz.  Onların doğruları bizim doğrularımız oluyor. Üstelik evrensel bir doğrudan ya da yanlıştan bahsetmek mümkün değilken. Vaktimizi insanların eleştirilerine üzülmekle geçiriyoruz. Kabul edelim dönüşü olmayan büyük yanlışlar yapıyoruz. Zaman akıp gidiyor ve biz hayatı kaçırıyoruz. Bastırılmış duygular psikolojik hastalıkların hatta kanserin en büyük tetikleyicisi. Bastırmayın artık, yutmayın duygularınızı. Onları hapsetmeyin derinlere. Bu hayat sizin. Olmak istediğiniz gibi olmak istediğiniz yerde olun.  Boş versenize… Sadece içinizdeki sese kulak verin. Onun dışında bırakın konuşan konuşabildiği kadar konuşsun. Siz duymadığınız takdirde herkes susacaktır ve söz sırası size gelecektir. Bunun teminatını veririm size. Siz konuşmaya başladığınız an sadece siz olarak konuşun. Bastırmadan duygularınızı anlatın herkese. En başta da kendinize. O zaman yüzünüze istemsiz yansıyacak gülümsemeye siz bile şaşıracaksınız. 
            Unutmayın mutluluk koca bir servet değerinde ancak öyle ki alıcısı çok satıcısı yok.  Hayatınız tamamen sizin elinizde şeklindeki safsatalara da kesinlikle inanmayın. Elbette ki tamamen sizin elinizde değil ancak kaybetmeye odaklanmayın. Kazanan hep siz olun. Doğru kararlar tecrübelere dayanarak alınır ancak tecrübeler hep kötü ve yanlış kararlardan oluşur.       Sözlerimi sonlandırırken hepinizi sevgiyle mutlulukla selamlıyor, çok kıymetli bir yazarın şu sözleriyle yazımı noktalıyorum.

            “Ben ölmüşsem asla hayatı kaybetmemişimdir, Ben ölmüşsem mutlaka ölümü kazanmışımdır.”
Share:

2 yorum: